6 Mart 2012 Salı

KIZIL STEFAN'IN HİKAYESİ

 Stefan Schweiss delinin biriydi, siz normal insanlar ona ütopyacı falan derdiniz herhalde. son derece politik ve keskin bir herifti, sıkı çocuktu. onunla pazarlık edilebilirdi ancak dediği fiyattan beş kuruş aşağıya inmez, kabul etmesseniz arkasını dönüp giderdi. ailesinden farklı olarak esaslı bir komünistti, tüm almanya nazi histerisine sürüklenirken ailesinden pek bi tepki almasa da, net ve temiz bir biçimde nazilerden nefret ediyordu. onların insanlığa karşı bir saldırı, tanrıya ve doğaya bir hakaret olduğunu düşünüyordu.

 Parlemento binası bizzat nazilerce yakılıp komünistler suçlanınca bile yılmadı, naziler komünistleri de toplama kamplarına aldılar bu suçlamayla. çok insanca ve aynı zamanda çok aptalca bir ihmalden faydalanıp kaçmayı başardı, savaş boyunca yarı sürgün yarı göçebe bir hayat yaşadı. doğu almanya'nın varoşlarında, izbe ve terk edilmiş bir dairede barınıyordu. kaçak yaşıyor, gerektiğinde çalıyor ama yazmaktan vazgeçmiyordu. benim size bunları anlatabilmemin sebebi de onun savaş günlükleridir.

 bu yalnız ve kaçak hayatı sırasında hayattan hiç kopmadı, atılmış gazeteleri topluyor ve sansürlü haberleri kendince yorumluyordu. bu yorumları belli kodlar kullanarak yapardı; örneğin eğer düşmanın hain saldırısı sonucu henüz kaybedilmiş fakat yakında alınacak bir nokta varsa, orası tamamen yitirilmişti. bu sayede 1945 yılında rusların berlin içinde olacağını hesapladı.

 savaş süresince duvarlara bazı işaretler çiziyor, hatta rusça yazılar yazıyordu. çünkü nazi askerlerinin korkusunu hissetmişti, onlar sovyetlerin bir anda adeta bir hayalet gibi şehrin içinde biteceğinden şüpheleniyorlardı. bu korkuyla oynadı ve onlarla dalga geçti, çöplükte bulduğu bir rus gazetesinden gördüğü satıraları ara sokaklardan birine yazdı; 'травы' . hal bu ki orada sadece 'Şifalı Bitkiler' (Trave) yazıyordu. astlarını azarlayan ve bunun sorumlusunun bulunmasını isteyen komutanları gördükçe küçük odasında kahkahalar atıyordu sessiz sessiz. Sanki bir Charlie Chaplin filminde gibiydi.

 1945 yılı içerisinde daha sert planlar yapmaya başladı çünkü artık doğudan gelenlerin Berlin'in içine gireceklerine emindi. Bu sokakta dahi hissediliyordu, denetimler arttırılmıştı führerin emriyle, çünkü adolf doğu almanya varoşlarından nefret ediyordu, onların ilk fırsatta sovyetlerle iş birliği yapacağına emindi. çünkü onu iktidara getiren halktan farklı olarak doğu berlin kararlı bir biçimde komünist partiyi desteklemişti, onların örgütlü olmasından tiksiniyordu.

 işte tam bu sırada Stefan bir tüfek ve bir kaç bomba çaldı ve bir gece yarısı nazilerin kent içi karakollarında birine saldırdı, ateş ettiği çatıdan atlayıp dar ve karanlık sokaklarda kayboldu. 5 naziyi öldürmüş 8 kişiyi de yaralamıştı. mahallede içten içe rusların şehre sızdığı dedikodusu yayıldı ve herkesi aramaya başladılar. kim onlara ev sahipliği yapıyordu ve hayalet ruslar neredeydiler?

 tam neden olduğunu anlamamakla birlikte bir gün ihtiyar bir bakkalın nazilerle tartıştığını gördü, adamı tartaklamaya başladı genç çocuklar. bunlar oranın insanı değildi, eğer öyle olsalardı bunu yapmazlardı. adama tokat atmalarıyla beraber mahalle birden alevlendi, kim eline ne geçtiyse polislere fırlatıyordu. üniformalı olmak yeterliydi. çünkü yaşlı Albert'i tartaklamaları sınırı taşırmıştı.

 böylece doğu berlin isyanı başlayıverdi ve kent sovyetlerce zaptedilinceye değin sürdü. bunu size anlatmak zorunda değildim ama bu insana olan saygımdan ve bir kişinin neleri başarabileceğini göstermek için aktardım. beni duyuyor ve anlıyorsanız onun hikayesinin devamını da öğrenirsiniz, yok eğer duymuyorsanız ben kendi hikayemle de mutluyum.

2 Mart 2012 Cuma

KÖTÜ ADAMLAR VE MARKSİST ÇÖKÜŞ

 evet dünyada yolunda gitmeyen şeyler var ve bunlar sana göre öyle bana göre böyle diyebileceğimiz alanın dışında. tahakküm, sömürü, baskı, yobazlık, ayrımcılık ve ön yargı gibi insanı insanlıktan çıkarmaya yönelik davranışları kastediyorum. bunlar bir insanın hayatında olabileceği gibi bütün toplumu ilgilendiren boyutta olabilir, hiç fark etmez. küçük ya da büyük diye gruplamanın bir mantığı yoktur çünkü bunlar mücadele edeceğimiz ve yok edeceğimiz düşmanı değiştirmez. yalnızca onlarla savaşmaya korkanlar bıraktıkları boşluğu bu gibi sınıflandırmalarla doldururlar.

 bu savaş evrensel ve kadim bir savaş, benim inancıma göre ezelden beri devam ediyor ancak bir gün son bulacak. tüm ilahi mesajların ve hatta ilahi olmayanların aynı kehanette bulunduğunu düşünüyorum; insanların ezilmesine izin vermeyin ve zalimler mutlaka mağlup olacaktır. dinlerin çıkış noktasına ya da Karl Marx'ın burjuvazinin yok olması ile ilgili sözlerine bakın bunu göreceksiniz. şunu sorabilirsiniz; mağdem yok olacak neden savaşalım? hayır, burada bir çelişki yok çünkü dünyanın işleyişi bu biçimdedir. bir şeyi istersiniz ve alırsınız ama istemeden alamazsınız ve sadece isterseniz bir kehaneti gerçek kılabilirsiniz.

 ben bunu söylediğimde tüm görüşlerini bilimsel bir süzgeçten geçirme kaygısında olanların duvarlarıyla karşılaşıyorum, diyorlar ki ama şartlar şu şekilde olursa... olursa diye bir şey yoktur. bu sıradan insanların basit mantığından başka bir şey değil. nasıl olmalı, evet doğru soru bu. ve bu sorunun cevabı hiç de zor değil, zorbalarla savaşmanın yolu zor bir yol değildir. elinizden ne geliyorsa , ne şekilde yardım edebiliyorsanız yardım edersiniz. bunu zor bir iş olarak göstermek onların adeti ya da büyük haritalar üzerinden genel tablolar göstermek. tekrar ediyorum, o şartlar ne olursa olsun sizin hedefiniz değişmemeli. üstelik şartların onların lehine olmadığı da açık.

 burada yaptığım net ve temiz bir şekilde idealizmdir, çünkü insanı insan yapan budur. şartlara bağlı ana eksenini belirleyenler gündelik yaşayan insanlar sadece. şartlar tabi ki önemli ancak bizim ana rotamızı belirleyen o değildir. ve son olarak kadim kehanet her seferinde kendini tekrarlıyor yine tekrarlayacak, sizleri onu gerçek kılmaya çağırıyorum.